8 Ocak 2015 Perşembe

''EFENDİMİZ ACEMİLİK''

                                         
 Sokak lambası kısa süreliğine tereddüt etse de yanmaya karar vermiş olacak ki karşımda oturan adamın yüzünün yarısına turuncu ışık düştü.O zaman hatırladım,karanlıkta kibriti çakıp yüzüne bakardım.O anın fotoğrafını çekerdi hafızam,sonra onu istediğim yere koyar izlerdim.Bazen dalgakıranın en ucuna,bazen akıp giden nehre.En güzel neresi ise oraya..Sararmış yapraklara güneş düşerdi,saçlarını görürdüm.
 Memurların işten eve doğru yola koyulduğu,aylakların evden dışarı çıktığı saatler.Köşedeki masada beyaz takım elbisesiyle tek başına bir İstanbul efendisi oturur.Tabağındaki peynirden ufak bir parçayı alır,ağzına götürür.Saçlarını düzeltir,etrafına bakar ve düşlemeye devam eder.Karısı birkaç ay önce ölmüştür ama o yine her sabah kahvaltı hazırlar,parklarda gezer,kuşları seyreder uzun uzun.Bugün gelip bu masada rakısını yudumladığına göre kabullenmiştir artık bu ölümü.Şef garson yirmi sekiz numaralı masayı toplar,mutfağa doğru götürürken şişenin dibinde kalan şarabı kafasına diker.Şimdi müşterilere karşı daha naziktir.Kalabalık masadaki kadın bir kahkaha patlatır.Bu kahkaha,iyi gelirli bir kocaya sahip olmanın verdiği haklı gururu içinde barındırır.İki eski solcu,yeni yayınlanan bildiri üzerinde hararetli bir tartışmaya girerler.Ve kalan son dolu masada,hikaye bittiğinde artık kimseyi ilgilendirmeyecek bir adam oturur.Yüzünde iyileşmemiş yara izleri vardır nedense.Otobüs şirketleri fazla yük almayı kabul etmediği için tek bavulla gelmiştir buralara,bir zamanlar  dünyasını sığdırdığı odayı ardında bırakarak -yaşanmışlıklar dahil-.Fakat bu adamın onu herkesten ayıran bir derdi vardır ya da yoktur.Varlığı yokluğu düşündürür.Ah bir olsa..Olsalar,yapılacaklar...Adam adisyonu ters çevirir,hesabını yapmaya başlar.Şimdi o otobüse bileti olsa,atlayıp gider mi?Gider.

---------------------------------------------------
 İşte buradayım yine.Yıldızlarını ezberlediğim gökyüzünün altındayım.Özlemini duydukça,balık tezgahlarına koştuğum deniz karşımda serili şimdi.Severmişim bu kenti -meğer-.Yürüdükçe her şeyin tasarladığım gibi olduğunu fark ettim.Yollar ıslak,çalılar üzerinde su damlacıkları...Bir dakika!Şuradaki harabe yerinde yok.Sanırım yıkmışlar.
 Hayal ettiğimden farksızdı,her şey bıraktığım gibi yerli yerindeydi  onu görene kadar.Bir kafede oturuyordu.Yağmur başlamıştı,camdaki damlalardan anladım.İçeride şömine yanıyor olacak ki yanındaki duvarda gölgesi titriyordu.Taşaklı bir avizenin içinde wattı az ampul yanıyordu.Zengin yeriydi belli ki,yerler ahşap önündeki bardak porselendi.Çenesini sağ eline dayamış diğer elinin işaret parmağını da fincanın kulpunda gezdiriyordu.Tırnakları kısa,kırmızı,cansız..Dudaklarına bakıyordum ki başını kaldırdı ve göz dudağa geldik.Kurtar beni der gibi bir çaresizlikle bakıyordu bana ve yüz ifadesini değiştirmek için herhangi bir çaba göstermedi.Camdan aşağı doğru süzülen damla beraberinde dalgınlığımı da aldı götürdü.
-Fİkirlerimizde boğuluyoruz.
-Anlamadım?
-Nasıl anlamazsın.Bugüne kadar bana kendimi anlatan sen değil miydin?
-Bugün bitti.Yarın beni tekrar sevmen gerekecek.Yapabilir misin?Her uyandığında doğup büyüyerek beni sevebilir misin?
-Seni sevmek çocukluğumdan kalan güzel bir hatıradır.Dedemin binbir özenle balık kızartması,bunu yaparken de bana hikayeler anlatması gibi veya babamla sahilde top oynamak...Şaka yollu vururdu bacaklarıma güçlensinler diye.Canım yanardı ama yıkılmazdım,hırslanırdım aksine.Dayımla oturup eski pikaptan şarkılar dinlerdik saatlerce ve Beşiktaş için yazılan son marşları söylerdik yumruklarımız havada.İşte biz bu güzellikleri ıskaladık sanırım.Başlangıçta ne güzeldi her şey.Tanrıya inanmayıp güzel olan tüm kavramları topladım kollarımda,sen vardın karşımda.Fikrimdesin.Sen varsın.Bende bir daha varsın.
Nerde kalmıştık?
-Ben yokum artık.
-Evet,orada.Yokluğunda kapı kapı dolaşıp dilencilik yaptım.Doğru kelimeyi ver bana Eleni,Maria,Asuman...Doğru kelimeyi ver bana Mişlin.Burnum üşüyor dediğinde yazdıklarımın tümünü yaktım,ısınırsın diye.Şimdi ne kaldı yıllardan geriye?Sadece ben biraz daha fazla konuşuyorum.İkinci yeni kusura bakmasın.Artık susmanın bir güzelliği kalmadı,güzel susmanın da.Uzun uzun anlatmak gerek.İşte yine buradayız.Yarımadada fırtına var.Karşı kıyıdaki ışıkları izliyoruz .Ağaçlar sen geldin diye eğiliyor.Yakamoz elinden geleni yapıyor.Teşekkürler Doğa,bu boktan konuşmaya güzel bir sahne hazırladığın için.
-Arabesk dinlemeye mi başladın sen?Seni bıraktığımda kuşları eliyle besleyen ayakkabı boyacısını izliyordun.Bir işte çalışmak,bir yerde ölmek ya da at yarışı oynamak değildi senin işin.Sanki sen dünyaya hayran olmak,güzel olan ne varsa peşine düşmek için doğmuştun.Bilirdim,beni beklerken farkederdin dünyayı.Oradaki ağacı,limon çiçeğini,sokak tabelasını,parktaki çocuğu...Bunları anlatırdın bana uzun uzun ve müthiş benzetmelerle.Beni sevdiğini söylemediğin için kızmazdım.Heyecanla,soluk soluğa,büyüterek anlatırdın çocuk gibi.Bense o tutkuyu sevmişim meğer.
-Yazdıklarım hep o zamana aittiler.Düşündüğüm zamana.Sırtımdaki ürpermenin sebeplerini bulamıyorum uzun süredir.Ne dokunma,ne zeka parıltısı ne de bir şeye karşı hayranlık...O ürpermeyi hissettiğim anları tekrar yaratmak istiyorum.Olmuyor.Gücüm bileklerimden çekiliyor sanki.Cahar atıp şeş oynasam gene yenecekti beni ölüm beni ama ben hep yekten öteye geçemedim.Yüzme bilmeyen ada gibi belki.İnsan gökkuşağından bile korkabiliyor,kendini ona asmaya karar verdiğinde.Baştan sona güzel bir şeyi keşfettiğimde soluklanmadan yanına gelir ve söylerdim.Birazdan yitecek telaşlı bir gülümsemeyle...Sonra hızlı yürüyerek tekele girerdim.Bir camel soft!Ve bu sigara doğru zamanda filmi atlamayan bir zenitin dramının çekildiği sokakta içilecek.Cebimden parayı çıkarırken bana verdiğin limon çiçeği düşerdi yere.Şimdi bunlara sahip olmadığımdan hiç yorulmuyorum.Hem güçsüzüm hem yorulmuyorum.Ben olsam utanırım ama ellerim yok ki,burnum yok.Bunlar yok belki ama her sarılmanın bir uyumu var.Sarıldığında  bakir bir Bodrum koyuna değerdi gövdem.Ve bu güzelliğe şahit olan temas yerleri beni kabul etmiyor artık.Bense onların bu aitlik isteğini yadırgamıyorum.Yarının neyle geleceğini bilmek beni korkutuyor başta.Sonra ''hayatı öğrenmeye devam ediyoruz'' diyerek avutuyorum kendimi.Sahi,hayata karşı Zeki Müren sesi gibi naif olmak mı gerekirdi yoksa Cem Karaca gibi düellocu mu?Ben bilmiyorum cevabını.Bildiğim son şey;herkes bu filmin figüranı gibiydi.İkincisi çekilmeyecek.Ellerini tahta köprüde gezdirerek karşıya geçeceksin.Ben de ellerim cebimde hiçliğe yürüyeceğim,o köprüyü havaya uçurma isteğiyle.
Son sahne:Yazılar,isimler akar perdede.Gişe hasılatı da sikimde değil.And Oscar goes to Mişlin.

Not:Yeni yetme yazar böyledir.Her şeyden ve hiçbir şeyden bahseder.O halde selam olsun acemi ruhla amatör kümede top koşturan sol açıklara...
|Mertkan|

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

İtinayla laf dalaşına girilir, laf sokulur, kafa açılır, kafa becerilir. Bir klavye uzağınızdayız.