28 Ocak 2015 Çarşamba

Bütlerden Kutuplara (prşşzz)

'

''Bütlerden Kutuplara (prşşzz)''
Üniversiteye  girdiğimden  bu yana bütünleme, yaz okulu, staj falan hiç uğraşmadım öyle şeylerle. Bir an önce Fethiye’ye dönmek ve kordonda aylak aylak bira içmek istedim. Nasıl bir ilişkide ya da bir sistemde ufak tefek sorunlar birike birike kocaman olursa; benim bütünleme işlerimde de aynı şey gerçekleşti.

15 Ocak 2015 Perşembe

OLAĞAN DURUMLAR

 Nasıl bir kent?Ülkedeki kentlerin başında,başkent yani.Ama nasıl allah kahretsin.Kızılay'ı düşün,başkentte en kalabalık yer.Genelden özele sıralarsak en özel yerde yani.Çık sokağa da  gör en özeli.Tüm sınıfsal ve kültürel farklılıklar törpülenmiş sonra da üzerine parlak kağıttan hediye paketi yapılmış sanki.Elma şekeri satan bir adam günde ne kadar kazanıyor olabilir ki otobüste giderken elinde kocaman akıllı telefonuyla internetten video izliyor. Bu farklılıklara dair bişeylerden bahsetsen emin ol karşılığını bulamazsın.''yok be abi o kadar da değil'' derler.Kapitalizmin güzelliği de burada dimi,dilenciler starfucks* bardağını uzatıyor sana,içine para atasın diye.İnsanlığın ve vicdanın test edildiği bu zamanlarda kutup olmaya hazır insan yığınları bunlar.Nasıl kokuşmuş bir zaman,insan leşleri yürüyor sokaklarda.Bizim çaresiz ve yenilgilerle dolu arayışımız tam da bu noktada başlıyor işte.Boko Haram'la,Işid'le uyanıyoruz sabahları.Yolda yürüyenlere daha dikkatli bakıyoruz,''lan bu da işidçi mi acaba''diye.Uyanıyoruz,okula gidiyoruz.Tahtada zorunlu devlet dersi.Konu:Berkin Elvan,Ceylan Önkol,Nihat Kazanhan...Hay müfredatınıza sıçayım ben sizin.

8 Ocak 2015 Perşembe

''EFENDİMİZ ACEMİLİK''

                                         
 Sokak lambası kısa süreliğine tereddüt etse de yanmaya karar vermiş olacak ki karşımda oturan adamın yüzünün yarısına turuncu ışık düştü.O zaman hatırladım,karanlıkta kibriti çakıp yüzüne bakardım.O anın fotoğrafını çekerdi hafızam,sonra onu istediğim yere koyar izlerdim.Bazen dalgakıranın en ucuna,bazen akıp giden nehre.En güzel neresi ise oraya..Sararmış yapraklara güneş düşerdi,saçlarını görürdüm.
 Memurların işten eve doğru yola koyulduğu,aylakların evden dışarı çıktığı saatler.Köşedeki masada beyaz takım elbisesiyle tek başına bir İstanbul efendisi oturur.Tabağındaki peynirden ufak bir parçayı alır,ağzına götürür.Saçlarını düzeltir,etrafına bakar ve düşlemeye devam eder.Karısı birkaç ay önce ölmüştür ama o yine her sabah kahvaltı hazırlar,parklarda gezer,kuşları seyreder uzun uzun.Bugün gelip bu masada rakısını yudumladığına göre kabullenmiştir artık bu ölümü.Şef garson yirmi sekiz numaralı masayı toplar,mutfağa doğru götürürken şişenin dibinde kalan şarabı kafasına diker.Şimdi müşterilere karşı daha naziktir.Kalabalık masadaki kadın bir kahkaha patlatır.Bu kahkaha,iyi gelirli bir kocaya sahip olmanın verdiği haklı gururu içinde barındırır.İki eski solcu,yeni yayınlanan bildiri üzerinde hararetli bir tartışmaya girerler.Ve kalan son dolu masada,hikaye bittiğinde artık kimseyi ilgilendirmeyecek bir adam oturur.Yüzünde iyileşmemiş yara izleri vardır nedense.Otobüs şirketleri fazla yük almayı kabul etmediği için tek bavulla gelmiştir buralara,bir zamanlar  dünyasını sığdırdığı odayı ardında bırakarak -yaşanmışlıklar dahil-.Fakat bu adamın onu herkesten ayıran bir derdi vardır ya da yoktur.Varlığı yokluğu düşündürür.Ah bir olsa..Olsalar,yapılacaklar...Adam adisyonu ters çevirir,hesabını yapmaya başlar.Şimdi o otobüse bileti olsa,atlayıp gider mi?Gider.